Allgemein

„Özgürlüğün Dağları Benim İçin Artık Bir Vaat Değil, Bir Hakikat“

Uta Schneiderbanger, henüz genç yaşta tanıştığı Özgürlük Teolojisi’nin de etkisiyle kendine has bir dizi prensiple yaşamış, işgal hareketinde yer almış, siyasî ve sosyal tutsaklara ilgi duymuş bir lezbiyen feministti. Doğduğu küçük şehirden onu Kongra Gel Adalet Komisyonu üyesi olmaya götüren yolculuğunu, ölüm yıldönümüne günler kala birlikte inceleyelim.

1961 senesinde Almanya’nın küçük bir sanayi kentinde, katolik bir işçi ailenin kızı olarak dünyaya gelen Uta Schneiderbanger’in yaşamı, bir Kongra Gel Adalet Komisyonu üyesi olarak 31 Mayıs 2005’te Güney Kürdistan’da geçirdiği bir trafik kazası sonucu son buldu.

Uta, henüz çocuk yaşta aktif olarak kilisede görev almaya başladı. Ailesinin etkilendiği ve benimsediği akım olan, Latin Amerika ülkelerindeki hristiyan rahipler tarafından hayata geçirilmiş, kendini “fakirlerin sesi” olarak kabul eden ve dezavantajlı kimliklerin hak ihlalleri, sömürüsü ve baskısı ile mücadele eden bir ideoloji olan Özgürlük Teolojisi 70’li yıllarda Vatikan tarafından resmî olarak reddedilinceye dek bu aktif yaşamını sürdürdü.

Kiliseyi terk edişinin ardından bir komünist partiye üye olan Uta, iki ideoloji arasında büyük bir fark görmedi. Daha sonra bu komünist partide hüküm süren ataerkil yapılanmadan dolayı büyük bir kadın grubuyla birlikte buradan da ayrıldı ve ideoloji bakımından RAF’a yakın bir anti-emperyalist oluşumun içerisine girdi. Feminist ve sosyalist hareket içerisinde gitgide daha da aktif olarak yer almaya başladı, bağımsız kadın hareketlerini destekledi ve devrimin gerekliliğine olan inancından ötürü karma sosyalist oluşumlarda da faaliyet gösterdi.

Kürt hareketi ile tanışması ilk olarak 1977-78 senelerinde Kürt ve Türk sol hareketi içerisine girmesiyle gerçekleşti. Kürdistan’dan bahseden ve tarihteki tüm halk ayaklanmalarından haberdar olan bu insanlar, aynı zamanda yeni kurulmuş bir Kürt siyasi partisinden de bahsediyorlardı.

Kürtlerin bağımsızlık mücadelesini gerekli ve doğal bulan Uta’nın, sosyalist çevrelerdeki ataerkil yapılanmaların farkına varması ile bunlara olan güveni sarsılmıştı. Ona göre kadınlara zulmeden bir insan, başka halklara da pekâlâ zulmedebilirdi. Bu görüşünü ciddiye almayan yoldaşları tarafından uğratıldığı ilk şok, onları ilk olarak aileleri ile birlikte yaşadıkları evlerde ziyaret etmeye başlamasıyla gerçekleşmişti: Sokaklarda iken ilerici ve devrimci olan bu yoldaşlar, “kendi evlerinde birer paşaya dönüşüyorlardı.”

İlk olarak PKK’lilerle karşılaşması 1980’lerin başlarında gerçekleşen Uta, 1987-88’den itibaren Kürdistan Yurtsever Kadınlar Birliği’nde (Yekîtiya Jinên Welatparêzên Kurdistan) faaliyet göstermeye başladı. 1992 senesinden itibaren Türkçe öğrenmeye başlayan Uta, bu sayede sonraki yıllarda yoldaşları ile daha fazla diyalog içine girebilecek, hareketle ilgili farkındalığı ve ona olan yakınlığı daha da artacaktı.

Türkçe öğrenmesinin ardından Abdullah Öcalan’ın savunma kitaplarını okumaya başladı. Bu kitaplar Uta’nın aklındaki birçok soru işaretini netleştirmesinin yanı sıra, PKK’ye katılmasında büyük rol oynadı:

Öcalan’ın kitaplarını okumakta hiç zorluk yaşamadım. Okurken sanki siyasî hayatımın tüm çelişkilerinin çözüme kavuştuğunu hissettim. Feminizm, sosyalizm, reel sosyalizm veya demokrasi; bunlar hep takılı kaldığım, çözemediğim terimler olmuştu. Hiyerarşi, devrimci mantık, ulusal kurtuluş hareketindeki dejenerasyon, milliyetçilik ve enternasyonalizm bağlamında kafamda birçok soru işareti vardı. Bizler daima bu soruların etrafında döndük fakat bir ilerleme katedemedik. Abdullah Öcalan, tüm bu soruları sentezlediği kapsamlı bir sistem sunuyor. Bir seçenek, bir çözüm, sistemden bir çıkış yaratıyor. Bu beni çok etkilemişti.”

Neden PKK?

Almanya’da gerçekleşecek bir devrimin gereğine inanan ve burayı terk etmenin yoldaşlarına ihanet etmek olacağını düşünen Uta, diğer yandan çözümün Avrupa’dan değil, Orta Doğu’dan geleceğine inanıyordu. Bu coğrafyada kurulacak Demokratik Konfederalizmin, tıpkı 1968’den beri gerçekleşen ulusal kurtuluş hareketlerinin dünyayı sarsması gibi, Avrupa’yı ve Almanya’yı da etkisi altına alacağına inanıyordu. Devrime giden bu yolda mutlaka yer almak isteyen Uta, artık PKK’ye katılacağından emindi.

Hatalarımızın ve zaaflarımızın üstesinden gelebilmek ve özgürce yaşamak, yalnızca örgütlü ve kararlı bir mücadele ile mümkündür. Uluslararası sahada demokratik konfederalizmi bir çözüm yolu olarak tanıtmalı ve bu uğurda gerekli bağlantı ağlarını oluşturmalıyız.”

Almanya’da azınlıklar bağlamında en büyük etnik grubun Türkler ve Kürtler olmasına rağmen devrimci kesimlerde bu halkların davalarına pek ilgi duyulmuyordu. Bunun sebebini, uzaktaki bir halkın davasıyla dayanışma göstermenin daha kolay olmasına, çünkü yakındakilerin komşu, iş veya okul arkadaşı formunda sürekli göz önünde olması ve günlük hayatın monotonluğu içinde idealize edilemeyip, kişisel düşler uğruna metalaştırılamamasına bağlayan Uta, bu kültürlere ve özellikle de Kürt kadın hareketine, kendi kültürü ile arasındaki farklardan dolayı büyük ilgi duyuyordu.

Uta’nın, örgüte dahil olduktan bir süre sonra Kongra-Gel’in Adalet Komisyonu’nun yedi üyesinden biri olarak seçilmesini, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan şu sözlerle değerlendiriyor: “Bu onun, adaletli ve özgür tutumuna, prensiplerine bağlılığına ve savaşçı ruhuna duyulan güvenin göstergesidir.”

Uta bir hukukçu değildi, yalnızca adalet hissine güven duyulan bir insandı. Adalet Komisyonu’na üye seçilmesinden önce mevcut hukukî sistemle tek tecrübesini davalı konumunda edinmişti ve bu, komisyonun birçok üyesi için de geçerliydi. Kısa sürede katı kurallara bağlı kalarak yargıda bulunmayı öğrenen Uta, en zor olanın aynı zamanda adil, insanî ve hukukî olan yargılara varmak olduğunu da tecrübeleriyle birlikte öğrenecekti. Hiyerarşik düşünce biçimi ve sınıf ve cinsiyet eşitliği bağlamında örgüt içerisinde yaşanan sorunların komisyonda da yaşandığını belirten Uta, bunun da aşılması gereken sorunlardan biri olduğunu düşünüyordu.

Özgürlüğün dağları benim için artık bir vaat değil, bir hakikat.”

Uta, dağlardaki hayatın zorluklarına rağmen, hatta belki de zorluklarından ötürü insana birçok olanak sunduğunu düşünüyordu. Burada geçen zamanı bireyin kendini geliştirmek ve bireysel sınırlarının üstesinden gelebilmek için kullanılabileceğine inanan Uta, bunun insanca yaşamak anlamına geldiğini söylemiştir.

Tüm imkanlarına rağmen Avrupalıların gözlerindeki ifade ölüdür, durgunluk ve umutsuzluk yayarlar. Avrupa’da verdiğimiz en zorlu mücadele, aşırı boyuttaki bireyselliğe ve yabancılaşmaya karşı verdiğimiz örgütlü, kolektif ve insanî bir ortak yaşam kurma mücadelemizdi.

Bu yazı 30.05. tarihinde Jinha’da yayınlamıştır.
Dieser Eintrag wurde veröffentlicht in: Allgemein