Türkiye ve Avrupa Birliği, Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçişini engellemek amacı ile Türkiye’nin sınırlarını kapamak üzere anlaşmaya vardı. Tartışmalı anlaşmaya gelen tepkilerden biri de Barış İçin Kadın Girişimi’ndendi. Söz konusu anlaşmanın olası sonuçlarını ve Türkiye’de yaşayan sığınmacıların durumunu, Barış İçin Kadın Girişimi aktivistleri Feride Eralp ve Deniz Bayram ile konuştuk.
Barış İçin Kadın Girişimi Nisan 2009’da kuruldu. Bu tarihten önce ne tür çalışmalarda bulunuyordunuz?
Barış için Kadın Girişimi, bugünkü haliyle 2009 senesinde kuruldu. Ama aslında kadınlar 90’lardan beri farklı isimler altında barış mücadelesi için bir araya geliyor. Barış için Kadın Girişimi içerisinde barış meselesini dert edinmiş ancak herhangi bir yerde örgütlü olmayan kadınlar, farklı örgütlenmelerden, partilerden veya sendikalardan kadınlar da, feministler de bulunuyor. Çünkü mesele savaşa karşı mücadele olunca, barışı ve barışın mümkün olduğu bir toplumsallığı inşa etmek olunca, aslında birçok farklı mücadele alanı da içiçe geçiyor. Bu, içinde yaşadığımız bu coğrafyayı ve toplumu yeniden tanımlamak anlamına da geldiği için farklı alanlardan gelen kadınların bu konuda söyleyecek çok sözü var.
Şu anki çalışmalarınızı yürütürkenki en büyük önceliğiniz nedir?
Barış için Kadın Girişimi savaş ve barış meselelerine toplumsal cinsiyet perspektifiyle bakmayı önemseyen bir yerde duruyor. Savaş kadınlar için niçin ve nasıl farklı yaşanır, nasıl farklı mağduriyetler ve aynı zamanda güçlenme olanakları yaratır bunu tartışmaya ve açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Savaşın kadınları hedef alma biçimlerini ön plana çıkardığımız kadar, kadınların savaşta özne olmalarının, taraf olmalarının, dolayısıyla barışta da taraf kabul edilmeleri gerektiğinin altını çiziyoruz. Savaş dili, zihniyeti tüm toplumu kutuplaştırıyor ve kadınlara da ağır bedeller ödeten gündelik bir şiddet halini meşrulaştırıyor. Tabii ki evde, sokakta yaşadığımız şiddeti yalnızca savaşın ürettikleriyle açıklamak mümkün değil; ancak bunun etkisi de yadsınamaz.
AB ile Türkiye Cumhuriyeti’nin, geçiş yapan sığınmacıların Türkiye sınırları içerisinde tutulması konusunda anlaşmaya varmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu anlaşma sığınmacılar için tehlike arz ediyor. Bu, Türkiye’ye farklı yerlerden gelen insanları bir biçimde ya Türkiye’ye hapsetmek ya da savaştan, baskıdan, açlıktan kaçtıkları ülkelerine dönmek zorunda bırakmak anlamına geliyor. Türkiye bugün IŞİD’in orta yerinde bomba patlatabildiği bir ülke. İnsani koşullarda yaşamak şöyle dursun, Türkiye göçmen ve sığınmacıların köle misali çalışmak zorunda olduğu bir ülke; çünkü buraya sığınma izni var ama burada çalışma izni yok, gerçekten kalıcı oturma izni yok.
Almanya’nın ve Avrupa’nın gözünde, özellikle Suriyeli mülteci akınını engellemesi umuduyla, Türkiye “güvenli üçüncü ülke” olarak tanınıyor. Bu sorunun çözümü olarak Türkiye’yi görmeye başlamadan önce, Türkiye gerçekten yaşanabilir bir seçenek olsa bu kadar insan böylesi bir ölümü göze alır mıydı diye düşünmek gerek.
Bazı diğer kadın hakları örgütleri ile yayınladığınız ortak bildiride bu anlaşmanın aynı zamanda güneydoğu sınırında oluşturulacak bir tampon bölgeye yeşil ışık yakılması anlamına gelebileceğini belirtmiştiniz. Bu olasılığın sebeplerinden bahseder misiniz?
Türkiye’yle sığınmacılar konusunda bir pazarlık içinde olunması sebebiyle Avrupa Türkiye’deki hak ihlallerini göz ardı etmeye hazır. Seçimden iki hafta önce gelip değişecek olan bir seçim hükümetiyle görüşülmesinin, denetiminin nasıl yapılacağı belli olmayan ciddi bir para yardımı konusunun konuşulmasının, Başkanlık rejimiyle yönetilmeyen Türkiye’de bu konuda muhatabın nedense Cumhurbaşkanı olmasının ve AB İlerleme Raporu’nun seçim var diye tarihinde ilk defa açıklanmasının ertelenmesinin masum bir tesadüfler silsilesi olabileceğini düşünmek zor. Bu tür bir görüşme yapmak, Türkiye’nin ‘Avrupa’nın mülteci sorununa çözüm’ olabileceğine inanmak ve bu yüzden çeşitli eleştirilerden, standartlardan ödün vermek temelde Avrupa’nın Türkiye’de sığınmacılara dair geliştirilen politikalara, hem de içeriği ne olursa olsun, bir çeşit desteği anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın defalarca bahsetmiş olduğu, Suriye sınırında oluşturulacak bir tampon bölgeye mültecilerin yerleştirilmesi planı da bu politikalardan biri.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde iki milyonu aşkın Suriyeli sığınmacıya verdiği entegrasyon alanındaki hizmetler nelerdir? Türkiyedeki sığınmacıların yaşadığı başlıca sorunlar nelerdir?
Türkiye’deki göçmenler, farklı sebeplerle gelmek zorunda kalan Afganlar, Iraklılar, Afrika ülkelerinden gelenler, İranlılar da bu sayıyı 3 milyonun üstüne taşıyor.
Türkiye’de sığınmacıların durumunu, kamplarda yaşayan sığınmacılar ve kamp dışında yaşayanlar gibi bir ayrım söz konusu olduğu için, koşulları da bu ayrıma göre incelemek önemli. Kamp içinde kalan yüzde 15 oranındaki sığınmacılara verilen hizmetler görece daha olumlu iken, kamp dışında kalan sığınmacılar için koşullar çok yetersiz.
Türkiye’de sığınmacıların çeşitli hizmetlere ve sosyal haklara erişimi idari-bürokratik süreçlerden dolayı zor. Sağlık hizmeti, sığınmacılık söz konusu olduğunda en önemli sorunlardan biri. Dil sorununun hizmetlere erişim bakımından çok büyük bir engel teşkil etmesi (ve bu konuda bir formül bulunmaması) bir yana, sığınmacılar, barınma, beslenme, eğitim ve sosyal haklara erişim bakımından ciddi güçlükler ile karşı karşıya kalmakta. Gıda yetersizliğine bağlı çocuklarda açlıklar, yenidoğan aşılarına erişimde sıkıntı, çevre sorunları ve hijyen eksikliği nedeni ile bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşması ve daha pek çok sağlık sorunu en önemli gündem maddelerinden.
Bir sınır kapama anlaşmasının kadınlar ve kız çocukları üzerindeki olası etkilerinden bahseder misiniz?
Sığınmacılardan, daha savunmasız durumda olan kadın ve çocuklar ise bu süreçten farklı ve katmerli ihlaller ile etkileniyor. Kadınlar cinsel saldırıya maruz kalıyor, seks işçiliğine zorlanması, insan ticareti gibi suçların da maruz kalanı oluyorlar. Kadın ve çocukların barınma hizmetinden yararlanamıyor olması, sokaklarda, açık alanlarda kalmaları nedeni ile, sokaklarda özellikle şiddet ve cinsel saldırı, seks işçiliğine zorlama gibi suçlara daha açık hale getiriyor. Bir sınır kapama anlaşması, halihazırda çok güç, savunmasız koşullarda yaşayan sığınmacılar konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeyen Türkiye’de sığınmacıları daha güvenliksiz ve güvencesiz koşullar ile karşı karşıya getirecek. Kadınlar ve çocuklar da – özellikle sığınmacı olduklarında daha sık yaşadıkları – cinsel saldırı, işgücü istismarı gibi suçlara maruz kalmaya devam edecek.
Maruz kaldıklarında da, öldürülüp camdan atılan Ugandalı Jesca Nankabirwa’nın davasında gördüğümüz gibi katilin avukatı “Fuhuş yapmaya gelmişti, fazladan para istedi, kapıdan çıkması söylenince korkup camdan atladı” gibi mantık dışı ifadeler kullanabilmeye, adaletin asla yerini bulmayacağına güvenebilmeye devam edecek. Patronları tarafından tacize, tecavüze uğrayan göçmen kadınlar – ki tekstil sektöründe bu o kadar yaygın ki! – bu konuda hiçbir şey yapamıyor. Hamile kalıp doğurdukları zaman hastanelerde göz altına alınıp Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’ne götürülüyorlar öylece… Ege sularında insan ticareti bitmeyecek, yalnızca daha da tehlikeli hale gelecek ve karşıya götürülmenin bedeli özellikle kadınlar için daha da ağırlaşacak. Bunun ne demek olduğunu hepimiz hayal edebiliyoruz…
Türkiye’ye daha fazla sığınmacı kabul edilmesi gruplararası gerginlik bakımından ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Mültecilerin uluslararası düzeyde hakları vardır. Ancak Türkiye’de bu haklara sahip değildirler. AB, sığınmacıların çok kötü koşullar altında yaşadığı, bugün insan hakları ihlalleri ve savaş politikaları ile dünyanın gündeminde olan Türkiye devleti ile yapacağı bir sözleşme ile mültecilerin haklarını yok sayamaz.
Toplumsal kutuplaşmaların, nefretin, ayrışmanın iktidar olabilmek ve iktidarda kalabilmek için körüklendiğini, toplumsal uzlaşmadan gittikçe uzaklaşıldığını görüyoruz, deneyimliyoruz. Bu düşmanlaşma halinden sığınmacıların etkilenmemesi imkansız. İşsiz kalan insanlar bunun müsebbibi olarak bedavaya çalıştırılan göçmenleri görüyor. Göçmenler için çalışma izni olsa bu denli kötü koşullarda çalışmayacaklar ve vatandaş olan işçilerin iş bulması bu kadar zorlaşmayacak ama toplumun tepkisi bahane edilerek çalışma izni konusu bile açılmıyor. Artan gerginlik yine ülkeyi yönetenlerin işine yarıyor. Türkiye, Suriye’deki savaş politikalarının bir parçası, sorumlusu iken savaşın sona ermesi, Suriye’de ve Kürdistan’da halkların barış içinde yeniden bir yaşam kurması için çaba sarfetmediği çok açık.
Sınırları kaldırmak, mültecilere hakları olan insani koşulların sunulmasını sağlamak, Suriye’de savaş ve bazı aktörlerin politik çıkarları için değil, barışın tesis edilmesi için politika yapmak konusunda bizler ile Avrupalı kadınlar ve muhaliflerin, bu süreçte hep birlikte kirli pazarlıklara karşı ses çıkaracak dayanışmaları örmekten başka çaremiz yok.